Vampirler, 2000’lerin başına kadar, insanları etkileyen bir konsept olmuştu. Günümüzde,
zombi ne ise -ki bence o da yavaş yavaş ölüyor- , 2000’lere kadar, vampir de oydu. Gotik
kültürünün güçlü olduğu 90’larda, bir çok başarılı vampir filmi çekildi. Bram Stoker’ın Dracula’sı,
Tanantino’nun From Dusk Till Dawn’ı ve benim favorim, Neil Jordan’ın Interview with the
Vampire’ı bunlara en iyi örnekler. Ne yazık ki 2009 yılında, Twilight isimli, romantik chick flick
yüzünden vampirlerin havalı olduğu günler sona erdi. Popüler kültür, kurtadamlardan sonra,
gecenin başka bir canavarına daha kazık sapladı. 2010’lu yılların ortalarında çıkan Only Lovers
Left Alive (2013) ve İran yapımı A Girl Walks Home Alone at Night (2014) gibi bağımsız, festival
filmleri olmasaydı, vampirler, eskilerin dev böcek canavarları gibi alay konusu olabilirdi.
Farkındalığının farkında olmak, tek görevi hayatta kalmak ve üremek olan bir memeli için çok zor. Bu nedenle, insanlar, isimlerinin getirdiği bu yüke karşı, (Homo Sapiens Sapiens, yani düşündüğünün üstüne düşünen adam. Aynı zamanda farkındalığının farkında olan insan da demek) kendi dikkatlerini dağıtıp, beyinlerini uyuşturmaya çalışır. Daha anlamlı bir hayat amacına sahip olamadığının gerçekliği ile yüzleşmek istemez. Bir zamanlar hayata olan düşüncelerim, beni teknik olarak bir nihilist yapıyor oluyorduysa da, zaman içinde, kendimi bu anlamsızlık batağından kurtardım. Hayatın anlamsızlığının kabullenmek, kendi hayat amacını belirlemek ve tekrar boşluğa gömülünceye kadar ne yapmaktan hoşlanılıyorsa onu yapmak, benim hayat felsefem oldu. Vampir düşüncesi, bu nedenle bana hep ilgi çekici geldi. Ortalama seksen yıl yaşayan biz insanlar, hayata koyduğumuz yalandan anlamları daha öleceğimiz yaşın yakınlarına bile gelememişken kaybetmeye başlıyorsak, ölümsüzlük ile lanetlenmiş olsaydık, bu hayata ne kadar dayanabilirdik?
Jim Jarmusch, Only Lovers Left Alive’da, ana tema olarak bu soruyu işlemiş. Karakterlerimiz, Adam ve Eve, ölümsüzlüklerinin getirdiği anlamsızlığı, kendi ilgi alanlarınca bir anlama kavuşturmuşlar. Kendilerini kültürel ve felsefik anlamda geliştirmeyi başarmışlar. Adam, zamanında Schubert’a telli kuartet yazmış ve evinde bile Tesla’nın icat ettiği teknolojileri kullanan bir müzik ve mekanik erbabı. Eve ise bir sanatçı değil ama hayatsızlığını, edebiyat ve biyolojiye adamış. Birçok farklı dilde yazılmış kitaplar okuyor ve her gördüğü canlının bilimsel ismini biliyor. Ayrıca, ikisi de, bildiğimiz vampirler gibi canavar olarak karşımıza çıkmıyorlar. Kan içme dürtülerini reformlamışlar, ortaçağda vahşice avlanırlarken yaptıkları şeyleri yapmıyorlar yani modern topluma ayak uydurmuşlar. Kanlarını, hastanelerdeki kaynaklarından para karşılığı elde ediyorlar.
Adam, Eve’e göre daha mutsuz. Filmin başlarında, kendini vurmak için özel olarak tahtadan bir kurşun yaptırmış. Bitmek tükenmek bilmeyen hayatından ve insanlardan bıkmış. Eve ise bu mutsuzluğunun farkına varınca, sevgilisinin yanında olabilmek için, Tanca’dan Detroit’e gelir. Aralarında geçen konuşmalardan, Adam’ın mutsuzluğunun, günümüzdeki insanların koyun gibi davranmalarından kaynaklandığını görürüz. ‘’Bıktım artık. Şu zombilerden, dünyaya yaptıklarından, kendi hayal güçlerine olan korkularından...’’
Farkındalığının farkında olmak, tek görevi hayatta kalmak ve üremek olan bir memeli için çok zor. Bu nedenle, insanlar, isimlerinin getirdiği bu yüke karşı, (Homo Sapiens Sapiens, yani düşündüğünün üstüne düşünen adam. Aynı zamanda farkındalığının farkında olan insan da demek) kendi dikkatlerini dağıtıp, beyinlerini uyuşturmaya çalışır. Daha anlamlı bir hayat amacına sahip olamadığının gerçekliği ile yüzleşmek istemez. Bir zamanlar hayata olan düşüncelerim, beni teknik olarak bir nihilist yapıyor oluyorduysa da, zaman içinde, kendimi bu anlamsızlık batağından kurtardım. Hayatın anlamsızlığının kabullenmek, kendi hayat amacını belirlemek ve tekrar boşluğa gömülünceye kadar ne yapmaktan hoşlanılıyorsa onu yapmak, benim hayat felsefem oldu. Vampir düşüncesi, bu nedenle bana hep ilgi çekici geldi. Ortalama seksen yıl yaşayan biz insanlar, hayata koyduğumuz yalandan anlamları daha öleceğimiz yaşın yakınlarına bile gelememişken kaybetmeye başlıyorsak, ölümsüzlük ile lanetlenmiş olsaydık, bu hayata ne kadar dayanabilirdik?
Jim Jarmusch, Only Lovers Left Alive’da, ana tema olarak bu soruyu işlemiş. Karakterlerimiz, Adam ve Eve, ölümsüzlüklerinin getirdiği anlamsızlığı, kendi ilgi alanlarınca bir anlama kavuşturmuşlar. Kendilerini kültürel ve felsefik anlamda geliştirmeyi başarmışlar. Adam, zamanında Schubert’a telli kuartet yazmış ve evinde bile Tesla’nın icat ettiği teknolojileri kullanan bir müzik ve mekanik erbabı. Eve ise bir sanatçı değil ama hayatsızlığını, edebiyat ve biyolojiye adamış. Birçok farklı dilde yazılmış kitaplar okuyor ve her gördüğü canlının bilimsel ismini biliyor. Ayrıca, ikisi de, bildiğimiz vampirler gibi canavar olarak karşımıza çıkmıyorlar. Kan içme dürtülerini reformlamışlar, ortaçağda vahşice avlanırlarken yaptıkları şeyleri yapmıyorlar yani modern topluma ayak uydurmuşlar. Kanlarını, hastanelerdeki kaynaklarından para karşılığı elde ediyorlar.
Adam, Eve’e göre daha mutsuz. Filmin başlarında, kendini vurmak için özel olarak tahtadan bir kurşun yaptırmış. Bitmek tükenmek bilmeyen hayatından ve insanlardan bıkmış. Eve ise bu mutsuzluğunun farkına varınca, sevgilisinin yanında olabilmek için, Tanca’dan Detroit’e gelir. Aralarında geçen konuşmalardan, Adam’ın mutsuzluğunun, günümüzdeki insanların koyun gibi davranmalarından kaynaklandığını görürüz. ‘’Bıktım artık. Şu zombilerden, dünyaya yaptıklarından, kendi hayal güçlerine olan korkularından...’’
Medya ne derse ona inanan, her türlü saçma trendi düşüncesizce kabul eden bu
jenerasyon, Adam’ın sinirlerini bozuyor ve geçmişe büyük bir özlemle tutunmaya çalışıyor. Bunu
da materyalist bir şekilde, antik plak ve müzik aleti toplayarak yapıyor. Yüzlerce yıldır
yaşamanın getirdiği bilgelik ile, Adam ve Eve, insanların aynı hataları tekrar tekrar yaptığını
görüyor. Ne zaman ellerine, dünyayı iyi anlamda değiştirmek için bir şans geçse, bu şansı kendi
elleriyle tepiyorlar. Adam, bu konu hakkında şöyle diyor: ’’Pisagor, öldürüldü. Galileo, hapsedildi.
Copernicus, dalga geçildi. Newton, üzücü bir şekilde, yaptıklarını gizlemeye teşvik edildi. Tesla,
yok edildi; yapabileceği onca güzel değişiklik tamamen es geçildi. Ve hala Darwin hakkında
saçmalıyorlar.’’ Adam, insanların bu yaptıklarına dayanamıyor. Ömrü boyunca böyle olaylar
gördüğü için, artık insanları kendilerine yararı olmayan zombiler olarak görüyor ve bu yüzden
dış dünya ile olan temasını tamamen kesiyor. Tek istediği, kendini yok etmeye büyük bir inatla
çabalayan ‘’zombilerden’’ uzakta, kendi müziği ile ilgilenmek ve gerçekten çok sevdiği Eve ile
beraber olmak oluyor.
Biraz elitist ve kendini beğenmiş gibi gözükebilirdi bu yaptıkları. Ancak Adam ve Eve’in ölümsüz varlıklar olduğunu ve insanlığın gerçekten kötüye gittiğine birinci kişiden şahit oluyor olmaları sayesinde, bu davranışları ve düşüncelerini doğrulayabiliyorlar. Açıkçası, Adam, benim, insanlar hakkında düşündüğüm her şeyi çok güzel dile getiren bir karakter. 2 sene önce, liseyi bitirdikten bir yıl sonra, üniversiteye başlamadım ve bir yıl inzivaya çekildim. Spora gittim, resim çizdim, kitap okudum ve kız arkadaşım ile zaman geçirdim. Bir yıl boyunca, sadece çok yakın ve çok sevdiğim insanlar ile görüştüm ve elimden geldiğince insanlardan uzak durdum. Bu kendime yapmış olduğum meydan okuma sonunda gördüm ki, hayatımda geçirdiğim en güzel bir yılı geçirmişim.
Yapmak istemediğimiz işlere zorlanıyoruz, olmak istemediğimiz gibi davranıyoruz, çünkü bu toplumda yaşamak bunu gerektiriyor. Bu 80 yıllık ömrümüzü, en tepeye ulaşmaya çalışarak harcıyoruz, çünkü bilinç altımıza kodlanmış olan hayatta kalma dürtüsünün ve görevinin bu olduğunu sanıyoruz. Biraz klişe olacak belki de, ama ölümsüzlük ile gelen özgürlük, belki de gözlerimizi açabilirdi ve bu anlamsız hayatın, azıcık bile anlamlı hissettirdiği sınırlı zamanların, gerçekten sevdiğimiz şeyleri, sevdiğimiz kişiler ile yapmak olduğunu görebilirdik.
Biraz elitist ve kendini beğenmiş gibi gözükebilirdi bu yaptıkları. Ancak Adam ve Eve’in ölümsüz varlıklar olduğunu ve insanlığın gerçekten kötüye gittiğine birinci kişiden şahit oluyor olmaları sayesinde, bu davranışları ve düşüncelerini doğrulayabiliyorlar. Açıkçası, Adam, benim, insanlar hakkında düşündüğüm her şeyi çok güzel dile getiren bir karakter. 2 sene önce, liseyi bitirdikten bir yıl sonra, üniversiteye başlamadım ve bir yıl inzivaya çekildim. Spora gittim, resim çizdim, kitap okudum ve kız arkadaşım ile zaman geçirdim. Bir yıl boyunca, sadece çok yakın ve çok sevdiğim insanlar ile görüştüm ve elimden geldiğince insanlardan uzak durdum. Bu kendime yapmış olduğum meydan okuma sonunda gördüm ki, hayatımda geçirdiğim en güzel bir yılı geçirmişim.
Yapmak istemediğimiz işlere zorlanıyoruz, olmak istemediğimiz gibi davranıyoruz, çünkü bu toplumda yaşamak bunu gerektiriyor. Bu 80 yıllık ömrümüzü, en tepeye ulaşmaya çalışarak harcıyoruz, çünkü bilinç altımıza kodlanmış olan hayatta kalma dürtüsünün ve görevinin bu olduğunu sanıyoruz. Biraz klişe olacak belki de, ama ölümsüzlük ile gelen özgürlük, belki de gözlerimizi açabilirdi ve bu anlamsız hayatın, azıcık bile anlamlı hissettirdiği sınırlı zamanların, gerçekten sevdiğimiz şeyleri, sevdiğimiz kişiler ile yapmak olduğunu görebilirdik.
0 comments