Dövüş Klübü için birçok inceleme yazısı halihazırda yazıldı fakat bu yazıların çoğunluğu,
filmin felsefesiyle ters düşecek hayat tarzları olan insanlar tarafından kaleme alınıyor.
Dolayısıyla filmin vermek istediği mesajı ve eleştirdiğini olguları göremiyorlar. Yapılan
incelemelerin çoğu, ironik olarak filmin eleştirdiği kültürün ürünleri olmakta.
Öncelikle, ilk kuralı çiğnediğim ve “Dövüş Klübü” hakkında konuştuğum için kusuruma bakmayın. David Fincher’ın Dövüş Klübü, yaşadığımız postmodern dönemin en büyük sorunlarını, satirik bir dille anlatan filmler arasında belki de en başarılı olanıdır. Günümüzde, modern erkeğin, reklamlarla belirlenen kusursuz maskülen imajına uyum sağlamak adına kendi özgün kişiliğini kaybedip, seri üretim bir kuklaya dönüşüp, alınması gerekenleri alması, giyinmesi gerekenleri giymesi, görünmesi gerektiği gibi görünmesi ve bunları yaparken de aksine maskülenliğini kaybetmesi, filmde eleştirilen problemlerden yalnızca bir tanesidir. Arzularını ve amaçlarını bulamamış bir erkek, mutlu olmak için maddiyata tutunur ve kendisini kandırır. Dövüş Klübü, kendisini bu bataklıktan kurtarmaya çalışan bir karakteri anlatıyor.
İnsanın hayatındaki en önemli dönem kuşkusuz ki çocukluğudur. Bir erkek için, çocukluk döneminde yaşadığı Ödipus kompleksi, onun ileride kendi ayakları üzerinde durabilen, sorumluluk sahibi bir erkek olmasında büyük bir rol oynar. Freud’a göre; erkek çocuk, annesini gayri cinsel olarak arzularken, evin otoritesi olan babasına da rakip gözüyle bakıp, yerine geçmek ister. Çocuk büyüdükçe, bu arzunun karşılığını annede değil başka kadınlarda ararken, baba figürü ile de kendini bağdaştırır. İsimsiz ana karakterimiz (senaryoya göre Jack), daha 6 yaşındayken babası tarafından terk edilir. Baba figürü ve engeli olmadığı için, bir erkek çocuğun en büyük amacına ulaşır ve annesinin kesintisiz ilgisine sahip olur, sonuç olarak da hayatta tatminsizleşmeye başlar. Bir yandan da erkek olmayı babasından değil, televizyondan, sinemadan, konserlerden ve reklamlardan öğrenir, ki bu da filme göre günümüzdeki erkeklerin, erkeksiliğini kaybetmesinin nedenlerindendir. Bunun en büyük suçlusu birinci olarak baba, ikinci olarak da tüketici kültürüdür. Jack’in bilinçaltının yarattığı alter egosu, ve aynı zamanda gerçekten bilinçaltında olmak istediği her şeyi sembolize eden, Tyler Durden, banyoda Jack ile girdiği bir diyalogda, en çok dövüşmek istediği kişinin babası olduğunu söyler. Ne kadar yüzleşmek istemiyor olsa da, kayboluşunun sorumlusunun babası olduğu, bilinçaltına kazılıdır. İhtiyacı olan bir eş ya da anne değil, örnek alacağı, erkek olmayı öğreneceği bir babadır. Jack ve Tyler Durden’ın evlenmek hakkında konuştuğu bir sahnede Jack: ’’Evlenemem, ben 30 yaşında bir çocuğum.’’ der, Tyler da şöyle cevap verir: ’’Biz kadınlar tarafından yetiştirilmiş bir erkekler jenerasyonuyuz... Başka bir kadının gerçekten aradığımız cevap olduğuna emin değilim.’’
Başka bir sahnede ise, Jack’in başka insanların acılarını görüp, empati kurabilmek için gittiği bir testis kanseri yardımlaşma grubunda tanıştığı, eski vücut geliştirici ancak testisleri kesildikten sonra, vücudundaki yüksek testesteron oranının, östrojen ile dengelenmesi ile göğüsleri çıkmış Bob, ona sarılıp ağlamakta olan Jack’e, buruk ve inançsız bir şekilde şöyle der: ’’Biz hâlâ erkeğiz.’’ Odada, testisleri olmayan bir grup erkek, Amerikan bayrağı altında, kendilerini ‘’Biz hâlâ erkeğiz.’’ diye avutmaya çalışarak, sarılıp ağlamaktadır. Tüketici toplumunun, alışveriş bağımlılığının, bitmek bilmeyen moda akımlarının ve bozulmuş aile yapısının, erkekleri getirdiği hal işte tam olarak da budur. Tyler’ın klüpte yaptığı konuşmalardan biri şu şekildedir: ’’Burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bu potansiyeli görüyorum ve hepsi heba oluyor. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz.’’ (...) ‘’Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız.’’
Öncelikle, ilk kuralı çiğnediğim ve “Dövüş Klübü” hakkında konuştuğum için kusuruma bakmayın. David Fincher’ın Dövüş Klübü, yaşadığımız postmodern dönemin en büyük sorunlarını, satirik bir dille anlatan filmler arasında belki de en başarılı olanıdır. Günümüzde, modern erkeğin, reklamlarla belirlenen kusursuz maskülen imajına uyum sağlamak adına kendi özgün kişiliğini kaybedip, seri üretim bir kuklaya dönüşüp, alınması gerekenleri alması, giyinmesi gerekenleri giymesi, görünmesi gerektiği gibi görünmesi ve bunları yaparken de aksine maskülenliğini kaybetmesi, filmde eleştirilen problemlerden yalnızca bir tanesidir. Arzularını ve amaçlarını bulamamış bir erkek, mutlu olmak için maddiyata tutunur ve kendisini kandırır. Dövüş Klübü, kendisini bu bataklıktan kurtarmaya çalışan bir karakteri anlatıyor.
İnsanın hayatındaki en önemli dönem kuşkusuz ki çocukluğudur. Bir erkek için, çocukluk döneminde yaşadığı Ödipus kompleksi, onun ileride kendi ayakları üzerinde durabilen, sorumluluk sahibi bir erkek olmasında büyük bir rol oynar. Freud’a göre; erkek çocuk, annesini gayri cinsel olarak arzularken, evin otoritesi olan babasına da rakip gözüyle bakıp, yerine geçmek ister. Çocuk büyüdükçe, bu arzunun karşılığını annede değil başka kadınlarda ararken, baba figürü ile de kendini bağdaştırır. İsimsiz ana karakterimiz (senaryoya göre Jack), daha 6 yaşındayken babası tarafından terk edilir. Baba figürü ve engeli olmadığı için, bir erkek çocuğun en büyük amacına ulaşır ve annesinin kesintisiz ilgisine sahip olur, sonuç olarak da hayatta tatminsizleşmeye başlar. Bir yandan da erkek olmayı babasından değil, televizyondan, sinemadan, konserlerden ve reklamlardan öğrenir, ki bu da filme göre günümüzdeki erkeklerin, erkeksiliğini kaybetmesinin nedenlerindendir. Bunun en büyük suçlusu birinci olarak baba, ikinci olarak da tüketici kültürüdür. Jack’in bilinçaltının yarattığı alter egosu, ve aynı zamanda gerçekten bilinçaltında olmak istediği her şeyi sembolize eden, Tyler Durden, banyoda Jack ile girdiği bir diyalogda, en çok dövüşmek istediği kişinin babası olduğunu söyler. Ne kadar yüzleşmek istemiyor olsa da, kayboluşunun sorumlusunun babası olduğu, bilinçaltına kazılıdır. İhtiyacı olan bir eş ya da anne değil, örnek alacağı, erkek olmayı öğreneceği bir babadır. Jack ve Tyler Durden’ın evlenmek hakkında konuştuğu bir sahnede Jack: ’’Evlenemem, ben 30 yaşında bir çocuğum.’’ der, Tyler da şöyle cevap verir: ’’Biz kadınlar tarafından yetiştirilmiş bir erkekler jenerasyonuyuz... Başka bir kadının gerçekten aradığımız cevap olduğuna emin değilim.’’
Başka bir sahnede ise, Jack’in başka insanların acılarını görüp, empati kurabilmek için gittiği bir testis kanseri yardımlaşma grubunda tanıştığı, eski vücut geliştirici ancak testisleri kesildikten sonra, vücudundaki yüksek testesteron oranının, östrojen ile dengelenmesi ile göğüsleri çıkmış Bob, ona sarılıp ağlamakta olan Jack’e, buruk ve inançsız bir şekilde şöyle der: ’’Biz hâlâ erkeğiz.’’ Odada, testisleri olmayan bir grup erkek, Amerikan bayrağı altında, kendilerini ‘’Biz hâlâ erkeğiz.’’ diye avutmaya çalışarak, sarılıp ağlamaktadır. Tüketici toplumunun, alışveriş bağımlılığının, bitmek bilmeyen moda akımlarının ve bozulmuş aile yapısının, erkekleri getirdiği hal işte tam olarak da budur. Tyler’ın klüpte yaptığı konuşmalardan biri şu şekildedir: ’’Burada yaşayan en güçlü ve en zeki erkekleri görüyorum. Bu potansiyeli görüyorum ve hepsi heba oluyor. Lanet olsun, bütün bir nesil benzin pompalıyor, garsonluk yapıyor, ya da beyaz yakalı köle olmuş. Reklamlar yüzünden araba ve kıyafet peşinde. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz.’’ (...) ‘’Bizler tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız hayatlarımız.’’
Dövüş Klübü, ne kadar Amerika Birleşik Devletleri’ni esas olarak alsa da, bahsettiği
sorunlar, günümüzde tüm dünyayı tehdit etmekte. Erkeklerin, dejenere sosyal medya
klonlarından ibaret olduğu günümüzü, 99 yılından öngörmüş ve eleştirmiştir. Erkeklerin bu
komplekslerden kurtulmasının yolunun da solipsizmi sonlandırmak, maddi bağımlılığın geride
bırakılmasını sağlamak ve duyguların salınması ile meditasyon ile (ki filmde bu meditasyon,
dövüşmek.) aydınlanmaktan geçtiğini ileri sürmüştür.
’’Sizler özel değilsiniz. Sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz. Sizler işiniz değilsiniz. Sizler paranız kadar değilsiniz. Bindiğiniz araba değilsiniz. Kredi kartlarınızın limiti değilsiniz. Sizler iç çamaşırı değilsiniz. Sizler her şey gibi çürüyen birer organik maddesiniz... Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden yeri geldiğinde dalga geçen yeri geldiğinde gülüp geçen pislikleriyiz.’’
’’Sizler özel değilsiniz. Sizler güzel ya da eşi benzeri olmayan kar tanesi de değilsiniz. Sizler işiniz değilsiniz. Sizler paranız kadar değilsiniz. Bindiğiniz araba değilsiniz. Kredi kartlarınızın limiti değilsiniz. Sizler iç çamaşırı değilsiniz. Sizler her şey gibi çürüyen birer organik maddesiniz... Bizler bu dünyanın şarkı söyleyip dans eden yeri geldiğinde dalga geçen yeri geldiğinde gülüp geçen pislikleriyiz.’’
0 comments