Raymond Carver ile tanışmam, ‘’Aşk Konuştuğumuzda Ne Konuşuruz’’’u okumam ile
başladı. Bir arkadaşımın önerisi ile okuduğum öyküler derlemesi, daha ilk sayfalarda kalbimi
kazanmayı başarmıştı. Hikayelerinde, dönemimizdeki ailevi ve romantik ilişkilerin problemli
yapısını bize sunuyor. Öykülerindeki karakterlerin başlarına gelen olaylar ve karakterlerin
yaşadıklarına verdikleri tepkiler, her okuyucunun ilişki kurabileceği kadar gündelik ama bir o
kadar da şiirsel derecede gerçekçiydi. Fil’i seçmemdeki sebep de okuduğum zamanki
tecrübelerimi tekrar yaşayabilmekti.
Öncelikle Carver’ın hayatı hakkında, önemli olduğunu düşündüğüm birkaç bilgi vermek istiyorum. Karakterlerinin çoğuna yansıttığı sorunları, hayata olan hoşnutsuzluk ve amaçsızlık, yaşadıklarının sonucu doğmuş olduğunu düşünüyorum. On dokuz yaşındayken, on altı yaşında bir kızla evlenen Carver, ilk çocuğuna evlendiği yıl, ikinci çocuğuna ise sonraki yıl sahip oldu. Ailesini hademelik, kereste fabrikasında işçilik, kuryelik ve kütüphane asistanlığıyla desteklemeye çalıştı. Karısı da birçok yerde, garson, satışçı, yönetici asistanı ve ingilizce öğretmeni olarak çalıştı. Bir yandan da yazı yazmaya çalışan Carver, hayatını sigara ve alkolü bolca tüketerek hayatında birçok sağlık problemine yol açtı ve işin sonunda, ölümüne sebep oldu. Hikayelerindeki kahramanlar da, Carver gibi, zorlu şartlarda yaşamaktaydı.
Fil, postmodern dönemin, samimi olmayan, toksik ilişkilerini bize sunuyor. Postmodern dönem ile, modernizmin kale gibi ördüğü duvarlar yıkılıyor ve insan ilişkileri, bencil ilişkiler haline geliyor. Bu yazımda incelemek istediğim üç öykü bu bağlama adeta kanıt sunmakta ve post modernizmin her ne kadar çağdaş bir kavram olsa da özünde ne kadar ilkel olduğu Yedi Ölümcül Günah'ın çağdaş dönemde gözler önüne serilmesiyle kanıtlanıyor.
Kutular, ikinci evliliklerini yapan bir çiftin düzeninin, anlatıcının annesi tarafından sarsılmasını anlatıyor. Hayatının her döneminde durmaksızın taşınan anne, bu kez, oğlunun kasabasına taşınıyor ve önceden taşındığı her yerde olduğu gibi oradan da hoşnut kalmıyor ve taşınmak istiyor. Taşınmasının sebebi olarak kasabanın ne kadar sıkıcı olduğu ve oğlundan göremediği ilgiyi bahane ediyor. Anne açgözlü ve postmodern dönemin getirisi olarak doyumsuz ve sahip olduklarıyla mutlu değil, refahı hep dışarıda arıyor ve tatminsizlik içinde boğuluyor.
Menudo’da, anlatıcı, uykusuz kaldığı bir gecede, hayatındaki üç kadını bize anlatıyor. Eski karısı Molly, şu anki karısı Vicky ve şu an ilişkisi olduğu, karşı komşusu Amanda. Anlatıcı, eski karısı Molly’yi Vicky için bırakıyor ve Molly ruhsal bozukluklar geçirmeye başlıyor. Yıllar içinde Vicky ile de ilişkileri bozulmaya başlıyor. Yeni karısının onu aldattığını öğreniyor ancak beraber yaşamaya devam ediyorlar. Anlatıcı, en sonunda Amanda ile tanışıyor ve onunla gizli bir ilişki yaşamaya başlıyor. Amanda’nın kocası, bu yaşadıkları yasak ilişkiyi öğreniyor ve evi terketmesi için Amanda’ya ultimatom veriyor. Vicky de bu ilişkinin farkında ve bu yüzden anlatıcıyı sıkıştırıyor. Menudo, kitapta beni en etkileyen öykü. Evlilik gibi kutsal bir kurumun bile nasıl dejenere bir hâl aldığını bize gösteriyor. Anlatıcı, sürekli başka kadınlarda mutluluğu araması, bitmek tükenmek bilmeyen bir alışveriş çılgınlığında, mutluluğu en son alınan üründe arayıp aslında hiç bulunamaması gibi. Biz de, bizi mutlu edecek olan şeyin aslında aldığımız son model telefon olduğunu sanıyoruz. Ancak bu illüzyon, bir üst model çıkınca bozuluyor ve onu değiştirmek istiyoruz. Menudo’da ise eşlerimizin, sevgililerimizin insanlar olduğunu unuttuğumuzu ve onları kullanıp attığımız objeler olarak görmeye başladığımızı bize hatırlatmaya çalışıyor. Kutularda olduğu gibi, burada da bir tatminsizlik söz konusu. Anlatıcı, her ilişkisini, bir sonrakinde daha mutlu olabileceğini düşünerek arkada bırakıyor ama önceden sahip olduklarını kaybedince, pişman olmaya başlıyor.
Öncelikle Carver’ın hayatı hakkında, önemli olduğunu düşündüğüm birkaç bilgi vermek istiyorum. Karakterlerinin çoğuna yansıttığı sorunları, hayata olan hoşnutsuzluk ve amaçsızlık, yaşadıklarının sonucu doğmuş olduğunu düşünüyorum. On dokuz yaşındayken, on altı yaşında bir kızla evlenen Carver, ilk çocuğuna evlendiği yıl, ikinci çocuğuna ise sonraki yıl sahip oldu. Ailesini hademelik, kereste fabrikasında işçilik, kuryelik ve kütüphane asistanlığıyla desteklemeye çalıştı. Karısı da birçok yerde, garson, satışçı, yönetici asistanı ve ingilizce öğretmeni olarak çalıştı. Bir yandan da yazı yazmaya çalışan Carver, hayatını sigara ve alkolü bolca tüketerek hayatında birçok sağlık problemine yol açtı ve işin sonunda, ölümüne sebep oldu. Hikayelerindeki kahramanlar da, Carver gibi, zorlu şartlarda yaşamaktaydı.
Fil, postmodern dönemin, samimi olmayan, toksik ilişkilerini bize sunuyor. Postmodern dönem ile, modernizmin kale gibi ördüğü duvarlar yıkılıyor ve insan ilişkileri, bencil ilişkiler haline geliyor. Bu yazımda incelemek istediğim üç öykü bu bağlama adeta kanıt sunmakta ve post modernizmin her ne kadar çağdaş bir kavram olsa da özünde ne kadar ilkel olduğu Yedi Ölümcül Günah'ın çağdaş dönemde gözler önüne serilmesiyle kanıtlanıyor.
Kutular, ikinci evliliklerini yapan bir çiftin düzeninin, anlatıcının annesi tarafından sarsılmasını anlatıyor. Hayatının her döneminde durmaksızın taşınan anne, bu kez, oğlunun kasabasına taşınıyor ve önceden taşındığı her yerde olduğu gibi oradan da hoşnut kalmıyor ve taşınmak istiyor. Taşınmasının sebebi olarak kasabanın ne kadar sıkıcı olduğu ve oğlundan göremediği ilgiyi bahane ediyor. Anne açgözlü ve postmodern dönemin getirisi olarak doyumsuz ve sahip olduklarıyla mutlu değil, refahı hep dışarıda arıyor ve tatminsizlik içinde boğuluyor.
Menudo’da, anlatıcı, uykusuz kaldığı bir gecede, hayatındaki üç kadını bize anlatıyor. Eski karısı Molly, şu anki karısı Vicky ve şu an ilişkisi olduğu, karşı komşusu Amanda. Anlatıcı, eski karısı Molly’yi Vicky için bırakıyor ve Molly ruhsal bozukluklar geçirmeye başlıyor. Yıllar içinde Vicky ile de ilişkileri bozulmaya başlıyor. Yeni karısının onu aldattığını öğreniyor ancak beraber yaşamaya devam ediyorlar. Anlatıcı, en sonunda Amanda ile tanışıyor ve onunla gizli bir ilişki yaşamaya başlıyor. Amanda’nın kocası, bu yaşadıkları yasak ilişkiyi öğreniyor ve evi terketmesi için Amanda’ya ultimatom veriyor. Vicky de bu ilişkinin farkında ve bu yüzden anlatıcıyı sıkıştırıyor. Menudo, kitapta beni en etkileyen öykü. Evlilik gibi kutsal bir kurumun bile nasıl dejenere bir hâl aldığını bize gösteriyor. Anlatıcı, sürekli başka kadınlarda mutluluğu araması, bitmek tükenmek bilmeyen bir alışveriş çılgınlığında, mutluluğu en son alınan üründe arayıp aslında hiç bulunamaması gibi. Biz de, bizi mutlu edecek olan şeyin aslında aldığımız son model telefon olduğunu sanıyoruz. Ancak bu illüzyon, bir üst model çıkınca bozuluyor ve onu değiştirmek istiyoruz. Menudo’da ise eşlerimizin, sevgililerimizin insanlar olduğunu unuttuğumuzu ve onları kullanıp attığımız objeler olarak görmeye başladığımızı bize hatırlatmaya çalışıyor. Kutularda olduğu gibi, burada da bir tatminsizlik söz konusu. Anlatıcı, her ilişkisini, bir sonrakinde daha mutlu olabileceğini düşünerek arkada bırakıyor ama önceden sahip olduklarını kaybedince, pişman olmaya başlıyor.
Kitaba ismini veren Fil, ailesi tarafından ekonomik anlamda kullanılan bir adamı
anlatıyor. Annesi, dul kaldığından, destek olmak adına her ay para yolluyor. Kız kardeşinin
kocası çalışmıyor ve kız kardeşi ile olan mektuplarında, kız kardeşi, anlatıcıya, çocuklarını
doyurmak için çok yorucu olan fabrika işinde çalışacağını söylüyor. Buna karşılık kötü hisseden
anlatıcı, ona da para yollamaya başlıyor. Oğlunun, yurtdışında parasız kalması sonucu, eğer
para yollamaz ise uyuşturucu satmaya başlayacağını söylediği tehditler üzerine, ona da destek
olmaya çalışıyor. Erkek kardeşinin de ekonomik olarak dibe vurması sonucu, borç olarak para
istemesi üzerine para veriyor ve geriye alamıyor. Son olarak da yasal olarak eski karısına her ay
para yolluyor. Don Quixote sendromuna sahip olan anlatıcı, duygusal bir şekilde kendini
manipüle eden bu insanların problemlerini, kendine görev ediniyor ve anlamsız bir savaşa
girişiyor. Ailevi bağlarına duyduğu saygı yüzünden kullanılıyor. Kapitalizmin, ailevi düzenin bile
içine girdiğini ve insanlığın en temel organizasyonu olan ailenin çıkarcı bir hale büründüğünü
bize gösteriyor. Afrika’daki kaynakları sömürüp, başka ülkelerdeki refahı arttıran bu sistem ile,
anlatıcıyı sömürüp, diğer ferdleri ayakta tutan bu sistemin arasında pek de bir fark yok.
Carver, şüphesiz ki, Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri. Amerikan Rüyası’nın ne kadar yalandan bir kavram olduğunu ve bu güzel görünen hayalin altında yatan korkunç sonuçları kaleme almış ve bir yandan da bu korkunç canavarın gözlerine küçük yaştan bizzat bakmıştı ve bunun sonucunda sorunlu bir hayat geçirmişti. Yazdıklarında da, kendini mutsuz eden nedenleri, basit ilişki problemlerine gizlemişti. Biraz dikkatli okunduğunda, Raymond Carver’ın neden alkolik ve durmaksızın sigara içen ve bunun sonucunda da hayatını akciğer kanseri yüzünden kaybetmiş bir yazar olduğunu görmek kolay. Kim bu canavarın gözlerine dimdik baktıktan sonra hayatına mutlu mutlu devam edebilir ki zaten? Ferdiyetçiliğin ve samimiyetsizliğin boy gösterdiği dönemimizde, mutlu olmanın tek yolu belki de gözlerimizi hiç açmamaktır ve yaşamımıza öylece devam etmemizdir.
Carver, şüphesiz ki, Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri. Amerikan Rüyası’nın ne kadar yalandan bir kavram olduğunu ve bu güzel görünen hayalin altında yatan korkunç sonuçları kaleme almış ve bir yandan da bu korkunç canavarın gözlerine küçük yaştan bizzat bakmıştı ve bunun sonucunda sorunlu bir hayat geçirmişti. Yazdıklarında da, kendini mutsuz eden nedenleri, basit ilişki problemlerine gizlemişti. Biraz dikkatli okunduğunda, Raymond Carver’ın neden alkolik ve durmaksızın sigara içen ve bunun sonucunda da hayatını akciğer kanseri yüzünden kaybetmiş bir yazar olduğunu görmek kolay. Kim bu canavarın gözlerine dimdik baktıktan sonra hayatına mutlu mutlu devam edebilir ki zaten? Ferdiyetçiliğin ve samimiyetsizliğin boy gösterdiği dönemimizde, mutlu olmanın tek yolu belki de gözlerimizi hiç açmamaktır ve yaşamımıza öylece devam etmemizdir.
0 comments