Kayıtsızlık ve Toplum

Kitap incelemesi yapmak için okuyacağım kitapları seçmeden önce, beğenebileceğim kitapları okumak maksadı ile, iki...

Kitap incelemesi yapmak için okuyacağım kitapları seçmeden önce, beğenebileceğim kitapları okumak maksadı ile, iki arkadaşıma fikir danıştım. Bu iki, (İkisi de karşılaştırmalı edebiyat öğrencisi) çok kültürlü ve durmaksızın okuyan, arkadaşımdan onlara yolladığım kitap listesinden üç kitap seçmelerini istedim. Birbirlerinden habersiz bir şekilde, ikisi de ‘’Yazıcı Bartleby’’’yi önerince hiç düşünmeden gidip aldım ve pişman kalmadım.

Anlatıcı, Wall Street’de bir mühürdarlık bürosu sahibi, yaşlıca bir adam. Öykü, anlatıcının kendisinden kısaca bahsetmesi ile başlıyor ve ofisindeki üç çalışanını açıklaması ile devam ediyor. Hindi, Kıskaç ve Kurabiye. Hindi, patronun yaşlarında, tombalak bir İngilizdir. Sabahları işini en iyi şekilde yaparken, akşamları öfkeli ve sabırsız birine dönüşür. Kıskaç, yirmi beş yaşlarında hırslı bir genç. Hindi’nin aksine, sabahları öfkeli ve ‘’hazımsızken’’, öğlenden sonraları çok çalışkan birine dönüşür. Kurabiye ise, 12 yaşlarında bir çocuk. Babası, onu hukukçu olarak görmek istediği için, haftada bir dolar karşılığında, ofiste çalışması için işe başlatmış. Anlatıcı, işlerin yoğunlaştığı bir sırada, işe, bir yazıcı daha almak istediğine karar verir. Bir gün, verdiği ilan önünde ''soluk ve düzgün, acınacak derecede saygıdeğer, çaresiz derecede yalnız'' Bartleby’yi görür ve onu işe alır. Bartleby, durmadan çalışan ama asosyal biridir. Kopyalama görevini hiç mola vermeden yerine getirir. Anlatıcı onun bu çalışkanlığından memnundur. Ama, birgün, anlatıcı onu kopyaladığı kağıtları beraber kontrol etmek maksadıyla ofisine çağırdığında, Bartleby sakince cevap verir: ’’Yapmamayı tercih ederim’’. Anlatıcı, şaşkınlık içinde, ne yapacağını bilemez. Bir süre sonra Bartleby, kopyalama işini de ‘’yapmamayı tercih’’ eder. Ofiste bir ruh gibi dolaşmaya başlar.

Anlatıcı, bir süre, Bartleby’nin bu hareketlerini tolere etmeye çalışsa da, artık daha fazla dayanamaz ve onu kovar. Ancak Bartleby gitmemeyi tercih eder. Polis çağırıp tatsızlık çıkarmak istemeyen anlatıcı, ofisi başka bir binaya taşır. Ancak, Bartleby, bu sefer, eski ofisin bulunduğu binada boş boş gezmekte ve ‘’durmakta’’dır. Ofislerin kiracıları, anlatıcıdan yardım ister. Anlatıcı ne kadar konuşsa da Bartleby’yi, binadan çıkmaya ikna edemez. En sonunda, diğer ofis sahipleri polis çağırır ve Bartleby hapise girer. Hapiste, yemek ‘’yememeyi tercih’’ eder ve en sonunda yerde ölü bir şekilde, onu ziyarete gelen anlatıcı tarafından bulunur. Kitabın sonunda, anlacı, Bartleby hakkında sonradan edindiği bir bilgiyi bizimle paylaşır. Bartleby, Washington’da Alıcısı Ölmüş Mektuplar Dairesi’nde yardımcı yazıcı olarak çalışıyormuş ancak idari bir değişiklik sonrası işini kaybetmiş.

Herman Melville’in 1853 yılında yazdığı ‘’Yazıcı Bartleby’’, zamanının çok ötesinde bir öykü. 20. yüzyılın felsefi düşünce akımı olan varoluşçuluğun, 1850’lerde yazılmış bir kitabın içinde bulunacağını hiç düşünmezdim açıkçası. Hayatı ciddiye almayan ve bu önemsizliğe karşı pasifçe duran Bartleby, 90 yıl sonra yazılacak olan Yabancı(Albert Camus)’yı hatırlattı bana. Yabancı’nın ana karakteri Meursault da, Bartleby gibi, hayata karşı durağan, umursamaz ve kayıtsız. Örneğin; Meursault, öz annesinin ölümünde bile en ufak duygu belirtisi göstermez. Bartleby de açlıktan ölmek üzereyken yada kovulduğunda duygusuzca olduğu yerde durmaya devam eder. Bu kayıtsız kalmışlık, her ne kadar zararsız gözükse de, toplum tarafından masumca karşılanmaz. Hiçkimseye zararı olmayan bu iki karakterin, topluma hiçbir katkıda bulunmadıklarından ötürü insanlar tarafından hor görülür ve tepki çeker ancak kendilerini savunma gibi bir kaygıları olmadığı için, sonları ölüm olur. Hayatın anlamsızlığının absürtlüğünün farkına varmış ve super egolarını kaybetmiş olan Meursault ve Bartleby, toplumsal normların hiç alışık olmadığı bir şekilde davranırlar. Bu iki karakter, hayatın bu anlamsızlığı karşısında mutsuz değillerdir. Nihilistler gibi umutsuzluk çukuruna düşmemişler ve kendi hallerinde, yapmayı tercih ettikleri şeyleri yapmaktadırlar ve toplumun onlara dayattığı, yapılması gereken şeyleri, istemiyorlarsa yapmamaktadırlar. Albert Camus, ‘’Sisifos Söyleni’’ adlı kitabında, bir insanın bu absürtlükten kurtulmak için izlediği üç yol olduğunu ileri sürür. Bunlar; intihar, ruhani bir inanca kendini bırakmak ve absürdü kabullenmektir. İki karakterin de absürdü kabullenmiş olduğu ve kaçınılmaz sondan uzaklaşmak için çırpınmadıklarını görmek mümkün. Ayrıca ölümle karşı karşıya kaldıklarında işi oluruna bırakklarını, Bartleby’nin ‘’akşam yemeği yemeye alışkın olmaması’’ yüzünden, açlıktan ölmekte olduğu halde yemek yemiyor olması ve Meursault’un kendini idama karşı savunmaya gerek görmemesi bu iki karakterlerin absürdist yanlarını bize gösteriyor.


İşledikleri hiçbir suç olmamasına karşı, açıkça görüyoruz ki, kayıtsız kalmak, topluma katkıda bulunmamak da aslında bir suç teşkil etmekte. Bu suç kanunlar ile belirtilmiş olmasa da, toplumda çalışmayanlara, az para kazananlara, aylaklık yapanlara, gerekli zamanlarda gösterilmesi ‘’gereken’’ duyguları göstermeyen insanlara karşı bir cephe alma durumu görmek mümkün. Ayrımcılığın belki de en gözle görülür olanı, ancak görmezden gelineni de bu insanlara yapılanlar olabilir. Milli veya dini bayramlarda, bayram kutlamayanlar, dini ibadetlerini yerine getirmeyenler, çalışmayan, çalışsa da işinde yükselmek istemeyenler ve daha fazla para kazanmak istemeyenler, azla yetinen ve hayatından memnun olanlar modern toplumlarda hor görülür, ezilir ve dışlanır. En tepeye ulaşmaya çalışmayan biri, bilinçaltımıza kodlanmış olan, hayatta kalma yarışını çoktan kaybetmemiş midir zaten? Kaybedenler zayıftır, kendini savunamayan -veya savunmayanlar- zayıftır, rekabetten kaçanlar zayıftır. Ancak Meursault ve ve Bartleby’nin umrunda değildir bu. Hayatın anlamsızlığının farkında olmayan insanların düşünceleri, yüz yüze oldukları gerçek ile kıyaslandığında bir hiçtir. Diğer insanların düşünceleri ve dışlayıcı tavırlarına karşı pasif bir direniş uygular ve onları görmezden gelirler. Kendi kendilerine yeten hayatlarında, oldukları yerde, kaçınılmaz sonu beklerler ve sonunda herkesin ulaşmaya korktuğu o sona kucak açarlar. 

You Might Also Like

0 comments

Flickr Images