Bulutların Üzerinde Yolculuk
Melankolinin ve belirsizliğin en başarılı resmi, Bulutların Üzerine Yolculuk. Sanata ilgilenen, her insanın, en zorlandığı şeylerden biri, en sevdiği tabloda karar kılmasıdır, büyük bir ihtimalle. Yıllar süren iç çekişmelerim ve sürekli maymun iştahlığım sonucunda, bir tabloda karar kılmayı başardım. Bu karara ulaşmam çok kolay olmadı. Hopper’ın Gecekuşları, Monet’nin Bahar Zamanı ve Cowper’ın Gurur gibi tabloları arasından, sadece bir tablo seçmek gerçekten çok zorlu bir işti. Ancak, Caspar David Friedrich’in Bulutların Üzerinde Yolculuk adlı tablosu, bütün bu tablolar arasından, bana en çok dokunanı, beni en çok etkileyeni ve belki de en zamansızı. Bu yüzden, Bulutların Üzerinde Yolculuk’un, açık aşk mektubu-vari yazımı hak eden eser olduğuna karar verdim. Bu yazıda, karanlık ve aydınlığın, kara ve gökyüzünün kontrastı, fırça darbelerinin farklılıkları gibi, tamamen kitap ezberine dayalı
teknik özelliklerinden oluşan bir analiz değil, tamamen bende yarattığı duygulardan ve estetik algımı nasıl tatmin ettiğinden bahsetmek
istiyorum.
Romantik dönem, gerek hikayeleriyle, gerek şiirleriyle, diğer akımlara göre çok farklıdır. Endüstri devrimi gibi, dünyanın düzenini tamamen değiştiren, doğallığı, saflığı ve duyguları, fabrikalaşmaya, robotlaşmaya, totalitarizme bırakmaya karşı bir başkaldırıdır. Hızlanmaya başlamış hayatı yavaşlatmayı öğütler, fabrika dumanları arasından gözüken, bir tutam kalmış yeşilliği seyretmemizi, gezmemizi, insan olmamız gerektiğini bize hatırlatır. Romantizm, tüm sanat akımları arasından en inatçı olanıdır. Realizm, modernizm, natüralizm gibi akımlar, değişimi kabul etmiş ve bir nevi yenik düşmüşlerdir. Romantikler değişime aldırış etmez, çoğu da yaşamadıkları bir geçmişe, nostaljik bir özlem duyarlar. Klasik döneme de imreniyor olmaları bu yüzdendir. Romantik dönem, olağandan, düzenden kaçıştır. İnsanın, kendini bulması, yolculuğa çıkmasıdır. Bulutların Üzerinde Yolculuk gibi. Tablodaki figürün kıyafetleri, gerek takımı, gerek bastonu, onun proletaryan değil, aristokrat biri olduğunu gösteriyor. proletaryan birinin, doğanın içinde, ufku izlemesi pek etkileyici olmazdı, çünkü proletarya, o zamanlarda zaten taşrada yaşamak ile ilişkilendirilirdi. Ancak endüstriyelleşmenin ilerlediği toplumlarda, aristokrat insanların, içki, yemek, para gibi dünyevi zevkleri terk edip, doğayla karışması, kendiyle yalnız kalması, normlardan farklıdır. Figür, modernleşmekte olan toplumdan kaçmış, gezmiş ve kaybettiği tanrıları aramak adına Olimpos dağının zirvesine tırmanmış, lakin bulamamış. Eğer tanrıları orada olsaydı, dayanak olarak da bastona ihtiyacı olmazdı. Bu özellikleri, bu tabloyu, romantik akımı en iyi betimleyen tablo yapıyor, kendi fikrimce. Hızlıca modernleşmekte olan Dünya’dan bir kaçamak ve klasisizme bir göz kırpış.
Yazımın son paragrafında, tablonun bana hissettirdiklerinden bahsetmek istiyorum. Bulutların Üzerinde Yolculuk, benim hayat görüşümü (felsefe terimi yeterince uygun olmuyor buraya) en iyi resmeden tablo. Artık endüstri dönemini aştık ve uzay çağındayız; ancak endüstri dönemiyle gelen bütün özellikler, hala toplumda boy göstermekte. Hayatlarımızı başkaları için, yaptıklarımızın farkındalığına varmadan, yavaşlamadan yaşıyoruz. Romantik felsefecilerden Heidegger’ın önerisini dinlemeli ve kendimizin, etrafımızın farkına varmalıyız. Gündelik, olağan işlerimizin, bizi robotlaştırmasına engel olmak ve deneyimlerimizin zevkine tam varabilmemiz için de, bazı hatırlatmalara ihtiyacımız var. İnançlı insanların bu hatırlatmaları, yemekten önce ettikleri dualar, doğu felsefesini kabullenmiş insanların ise meditasyonlarıdır. Benim hatırlatmam da, şüphesiz ki, bu resimdir. Her bakışımda, anlamsız ve amaçsız hayatımızı, katlanılabilir kalacak tek şeyin, etrafımıza bakmamız ve dünyayı tüm duyularımız, hislerimiz ve duygularımızla deneyimlememiz. Ancak böyle, biraz da olsa boşlukta yada bilinçsizce hareket ettiğimiz ruh halinden kurtulur ve insan olabiliriz. İşte bana bu düşünceleri yaşattığından, Bulutların Üzerinde Yolculuk, diğer beğendiğim tablolardan ayrışıyor.
Romantik dönem, gerek hikayeleriyle, gerek şiirleriyle, diğer akımlara göre çok farklıdır. Endüstri devrimi gibi, dünyanın düzenini tamamen değiştiren, doğallığı, saflığı ve duyguları, fabrikalaşmaya, robotlaşmaya, totalitarizme bırakmaya karşı bir başkaldırıdır. Hızlanmaya başlamış hayatı yavaşlatmayı öğütler, fabrika dumanları arasından gözüken, bir tutam kalmış yeşilliği seyretmemizi, gezmemizi, insan olmamız gerektiğini bize hatırlatır. Romantizm, tüm sanat akımları arasından en inatçı olanıdır. Realizm, modernizm, natüralizm gibi akımlar, değişimi kabul etmiş ve bir nevi yenik düşmüşlerdir. Romantikler değişime aldırış etmez, çoğu da yaşamadıkları bir geçmişe, nostaljik bir özlem duyarlar. Klasik döneme de imreniyor olmaları bu yüzdendir. Romantik dönem, olağandan, düzenden kaçıştır. İnsanın, kendini bulması, yolculuğa çıkmasıdır. Bulutların Üzerinde Yolculuk gibi. Tablodaki figürün kıyafetleri, gerek takımı, gerek bastonu, onun proletaryan değil, aristokrat biri olduğunu gösteriyor. proletaryan birinin, doğanın içinde, ufku izlemesi pek etkileyici olmazdı, çünkü proletarya, o zamanlarda zaten taşrada yaşamak ile ilişkilendirilirdi. Ancak endüstriyelleşmenin ilerlediği toplumlarda, aristokrat insanların, içki, yemek, para gibi dünyevi zevkleri terk edip, doğayla karışması, kendiyle yalnız kalması, normlardan farklıdır. Figür, modernleşmekte olan toplumdan kaçmış, gezmiş ve kaybettiği tanrıları aramak adına Olimpos dağının zirvesine tırmanmış, lakin bulamamış. Eğer tanrıları orada olsaydı, dayanak olarak da bastona ihtiyacı olmazdı. Bu özellikleri, bu tabloyu, romantik akımı en iyi betimleyen tablo yapıyor, kendi fikrimce. Hızlıca modernleşmekte olan Dünya’dan bir kaçamak ve klasisizme bir göz kırpış.
Yazımın son paragrafında, tablonun bana hissettirdiklerinden bahsetmek istiyorum. Bulutların Üzerinde Yolculuk, benim hayat görüşümü (felsefe terimi yeterince uygun olmuyor buraya) en iyi resmeden tablo. Artık endüstri dönemini aştık ve uzay çağındayız; ancak endüstri dönemiyle gelen bütün özellikler, hala toplumda boy göstermekte. Hayatlarımızı başkaları için, yaptıklarımızın farkındalığına varmadan, yavaşlamadan yaşıyoruz. Romantik felsefecilerden Heidegger’ın önerisini dinlemeli ve kendimizin, etrafımızın farkına varmalıyız. Gündelik, olağan işlerimizin, bizi robotlaştırmasına engel olmak ve deneyimlerimizin zevkine tam varabilmemiz için de, bazı hatırlatmalara ihtiyacımız var. İnançlı insanların bu hatırlatmaları, yemekten önce ettikleri dualar, doğu felsefesini kabullenmiş insanların ise meditasyonlarıdır. Benim hatırlatmam da, şüphesiz ki, bu resimdir. Her bakışımda, anlamsız ve amaçsız hayatımızı, katlanılabilir kalacak tek şeyin, etrafımıza bakmamız ve dünyayı tüm duyularımız, hislerimiz ve duygularımızla deneyimlememiz. Ancak böyle, biraz da olsa boşlukta yada bilinçsizce hareket ettiğimiz ruh halinden kurtulur ve insan olabiliriz. İşte bana bu düşünceleri yaşattığından, Bulutların Üzerinde Yolculuk, diğer beğendiğim tablolardan ayrışıyor.
0 comments