Yazı
Hayat Farkındalığı
2:24 PMİnsanlar, biz, monotonluk bataklığına saplanmış durumdayız. Etrafımızda olanlardan habersiz bir şekilde ölümü bekliyoruz. Yaşamın hızı, sakince bir nefes almamızın, duygular hissetmemizin, sevmemizin, mutlu olmamızın önüne geçiyor. Çevredeki güzelliklere odaklanmamız aşırı derecede zorlaşmış durumda. Bu ritmin başlıca sebebi, Alman filozof Heidegger’a göre, ‘’onlar yaşamı’’ yaşıyor olmamız. Toplum tarafından kabullenmek, beğenilmek, sevilmek ve saygı görmek, çoğumuzun hayat amacını oluşturuyor. İyi bir iş için okuyor, devlet hastanesinde ölmemek için çalışıyoruz. Bize verilen tek hayatı ve bilincimizi, başkalarının kabulü için harcıyoruz. Ölümün kaçınılmazlığı bu denli gerçekken, insan, ona verilmiş olan kısıtlı zamanı iyi kullanmalı, boşa harcamamalı.
Biraz klişe, biliyorum, ama zaman sahip olduğumuz en önemli şey. En son ne zaman, biraz nefes alıp, durup da benliğinizin farkına vardınız? Çevrenize bakıp, sizinle birlikte, hayatta varolan, canlı ve cansızları sindirdiniz? Yemek yerken, tüm odağınızı tat duyularınıza, ne zaman verdiniz? Heidegger, bu tür bir yaşama ‘’ben’’ yaşamı diyor. Varoluşçuluğa yakın bir felsefesi var. Etrafımızda gördüğümüz en ufak ‘’şeyin’’, bizimle birlikte varoluyor olması, onu değerli yaparken, bize de bizim de varolduğumuzun farkındalığına ulaştırmalı. Bu şekilde, en ufak canlı ve cansızın değerini içselleştirebiliriz. Böylece gerek insanlar, gerek hayvanlar, metalaşmaktan çıkar, canlı, benlikli, bireyler olurlar. Onlara bağlanmamız, sempati duymamız ve empati kurmamız kolaylaşır. İnsanın asıl gayesi de bu yönde olmalıdır, ‘’onlar yaşamı’’ sürmektense.
Thomas Mann, Efendi ile Köpeği isimli kitabında, küçük köpeği Bauschan ile olan anılarını yazmış. Köpeğine olan sevgisi ve ilgisini, köpeğiyleyken yaptığı gözlemlerde görmek mümkün. Sayfalarca, köpeğinin nasıl çişini yaptığını betimlemesi buna güzel bir örnek. ‘’Onlar yaşamı’’ süren bir ‘’efendi’’, köpeğini bu denli önemsemez, onun için köpek, tasmasından çekilecek ve parkta insanlara gösterilecek bir konuşma başlangıcıdır. Köpeğini izlemez, incelemez, ona bağlanmaz. Mann, Heidegger gibi, ‘’ben yaşamı’’ sürüyor. Gerek beraber gezdikleri yerleri, gerek etrafı, gerek Bauschan’ı, bir yazar gözüyle izliyor. Zaten iyi yazarların ortak özelliği de etraflarının farkında olmaları. Bauschan’ın sadece davranışlarının değil, iç dünyasının da algısına ulaşmaya çalışıyor, Mann. Onun, kendisine olan bağlılığını görüyor mesela. Küçücük bir köpeğin, sahibi için, canını verecek kadar, ona bağlı olması, Mann’ın da ona bu bağlılığı göstermesini sağlıyor. Kitabın bir bölümünde, kısa bir süreliğine, ayrı düştüklerinde, Mann, onsuz ne kadar yalnız olduğunun farkına varıyor. Köpeği onun için bir obje, bir aksesuar değil, bir dost, bir hayat arkadaşı. İnsanın ve köpeğin farklılığı ve köpek arkadaşının, hayatı algıladığı gibi hayatı algılayamamak, onun gözlerinden görememek, Mann’ı üzse de, bu aralarındaki bağa bir engel olmadığı ortada. Köpeğinin canlılığının ve bireyliğinin farkında olması, kendi benliğinin farkında olmasına ve hayatı algılayarak, robotlaşmadan yaşamasına sebep oluyor.
Bizim de, Mann veya Heidegger gibi olmamız ve hayatı kendimiz için yaşamaya başlamamız gerekiyor. Böylece zombiler gibi sadece tüketmek için yaşayan çoğunluktan farklı olarak, bu anlamsız ve amaçsız hayatımızın tadını çıkararak yaşayabiliriz. Bu hem bizi, nihilizmin pençelerinden uzak tutar ve varoluşsal krizlerden uzak tutar, hem de kafamızı kaldığımızda, kendimizi yaşlanmış bulmamızın, o ana kadar kendimizle yalnız kalmadığımızın farkına varmamızın önüne geçer. Çoğumuz bunun üstünde düşünmez, ‘’Şu da olsun da sonra bakarız.’’ diye diye, kendimize ve çevremize ayıracağımız zamanımızı erteleriz. Yemek yerken yediğimize, su içerken suya, müzik dinlerken müziğe odaklanmamız, her duyguyu ve hissi dolu dolu yaşamaya konsantre olmamız gerek. Ancak bu şekilde, öldüğümüz hastanenin statüsünün önemsizliğinin farkına varmış oluruz.
0 comments