Hissizlik Zinciri

Uzun bir süre, Satranç, en sevdiğim novella’lardan biri olarak kaldı. Lâkin bu yaz, Zweig maratonu yapmaya başladığımda, ‘’yazarın en sev...


Uzun bir süre, Satranç, en sevdiğim novella’lardan biri olarak kaldı. Lâkin bu yaz, Zweig maratonu yapmaya başladığımda, ‘’yazarın en sevdiğim novella’sı’’ unvanına erişen kitap, Olağanüstü Bir Gece oldu. Kitabı okuduğumda Hemşin’de, ormanın içindeydim ve sıkıntıdan olduğum yerde eriyordum. Etrafta, beynimi uyaracak tek şey önceden bilgisayarıma indirdiğim bir e-kitap koleksiyonu, karalama defterim ve indirdiğim Jodorowsky filmleriydi. Görünürde ne çeken bir internet bağlantısı, ne de laflayabileceğim bir insan vardı. Tam böyle bir anda, e-kitap klasörünü karıştırırken, imdâdıma yetişti Olağanüstü Bir Gece. Okuduğum zamanki ruh hâlimi, Satranç’taki Dr.B’nin, Nazi’ler tarafından, içinde hiçbir uyarıcı etkinliğin olmadığı, penceleri manzara görmeyen, bir otel odasına hapsedilmesi, tek heyecanın da, çaldığı bir satranç kitabındaki oynanmış maçları kafasında oynamasına benzetiyorum. İkimizin de elinde tuttuğu kitaba ihtiyacı vardı. Anlatıcının -aynı zamanda başkahramanımız-, iç dünyasına ve dolu dolu yaşadığı hislerin abartılı bir şekilde anlatıldığı kitaba girince, benim de yaşadığım sıkıntıyı, yani duygusuzluk konumumu tekrar hatırlatırsak, beni âdeta çiğnemeden yutmasının sebebini kolayca açıklamış oluruz sanırım.

 Geçenlerde, yabancı ve ünlü bir ‘’Youtube’cunun’’, saygınlığını sarsan bir olayla ilgili videosunun altına atılan yorumda schadenfreude kelimesini gördüm. Almanca, başkasının üzüntüsünden, şansızlığından gelen mutluluk demekmiş. Kelimeyi hemen not ettim, çünkü Olağanüstü Bir Gece’nin başlangıcını bu kadar güzel betimleyen bir kelime daha yok. Bir kitabı okuduktan sonra, diğer insanların ne düşündüğünü görmek için başkalarının yaptığı incelemeleri okurum. Çoğu zaman bu, her ne kadar erdemli bir insanın yapmayacağı bir şey olsa da, kendi egomu tatmin etmek ve yazanı kendi kafamda yada arkadaşlarımla tiye almak içindir (Favorim, bir kalp cerrahının yazdığı Çavdar Tarlası incelemesi. Konumuzla alakası yok ancak ilginizi çekip tebessüm ettirebileceğini düşündüğümden ve tiye almamın sebebini anlamanız, ayrıca da bu kötü eğlence kaynağımı ortaya çıkarmamdan sonra biraz olsun antipatikleştiysem, sempatinizi geri kazanabileyim diye bir kısmını sizinle paylaşmak istedim:’’İnsan romanın ismini okuyunca, kırsal bölgede geçen sıcak arkadaşlık hikâyeleri okuyacağını düşünüyor ama ilgisi yok. Okuduğu liseden uzaklaştırılan Amerikalı şımarık ve haylaz zengin bebesinin kendi ağzından on gününü anlatıyor. Barlara girip çıkma, kızlara kadınlara asılma maceraları…’’). Ancak Olağanüstü Bir Gece incelemelerinde karşıma çıkan en yaygın itham, kitabın karakterinin şımarık, burjuva bir züppe olduğu ve bu yüzden karakterin yaşadığı duyguların, incelemeyi yapan şahsa yapmacık gelmesi. Bu ithamlara bir karşı sav sunacağım. Çalışmasına gerek olmayacak kadar parası olan birisinin, yaşamını nasıl sürdüreceği, ailesini ve evini nasıl geçindireceği yada kışın nasıl soğuktan korunacağı gibi Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, altlarda yani en önemli sıralarda gelen ihtiyaçlarını zaten karşılayabildiği için, gerek varoluşsal, gerek anlamsal bir bulantıya saplanma olasılığı daha yüksek olacaktır. Yani kısaca, burjuva insanların, hayatta kalma dertleri olmayacağından, varoluşsal dertlere sahip olması daha olağandır. Bu demek değildir ki proletaryan biri bu krizlere giremez, elbette girebilir, örnek olarak da Kafka’nın Dönüşüm’ü gösterilebilir, ancak olasılık olarak daha azdır. Bu yüzden kahramanımızın, hedonist yaşamından sıyrılıp, yaşamına farklı bir anlam katabilmesi için schadenfreude’a başvurması ve adrenalin sayesinde, yaşadığını hissetmeye çalışması gayet makul bir hikaye başlangıcı sayılabilir. Hedonizm, genelde insanları hissizleştirir ve kahramanımızda da bu hissizlik mevcut, hikayenin başında. İnsanlara karşı maske takınıyor ve kibar bir beyefendi rolünü oynuyor. Yaptığı kötü hareket ile gelen heyecan, aslında bu hissizlikten çıkmasını ateşleyen, hayatı boyunca hissetmediği hislerin farkına varmasını sağlayan kıvılcım. Bu olayın ardından, hırs, öfke, nefret, dışlanmışlık, korku, umutsuzluk gibi birçok kötü, varolduğunu bilmediği ya da bu kadar yoğun yaşamamış olduğu hislere kapılıyor. Sonunda da onu mutluluğa itecek şeyin insanlara yardım etmek olduğunu keşfetiyor.

 Genel olarak bakıldığında klişe bir kısa roman fikri olduğunu düşündüğümü kabul etmem gerekir. Mizantrop biri olduğumdan dolayı da insanlara yardım etmenin kişisel olarak beni mutlu edeceğini düşünmüyorum, ancak tebessümle kapattım kitabın kapağını. Normalde karakteri kendime benzettim lafı çok kendini beğenmişçe gelir bana ama kabul etmem gerek, ilk defa bir karakterle bu kadar bütünleştim. Kendi alışık olduğu çevresinde olan etkileşimlere kayıtsız kalmasına kontrast olarak, alışık olmadığı bir çevreye girdiğinde duydugu dışlanmışlık hissi ama sosyal etkileşime olan açlığı, benim gibi hayatının neredeyse yarısını her yıl başka şehirlerde geçirmiş birine çok farklı gelmeyecektir. Gidilen her farklı yerde yüzleşilen, farklı bir sosyo-kültürel düzene sahip olduğundan yaşanılan kültür şoklarının getirdiği yabancılaşma duygusu ile gelen yalnızlık ve ondan sıyrılma çabalaması, kahramanın ekonomik farklılıktan yaşadığı garipsenmeyle aşağı yukarı bağdaşıyor bence. Bu durumda karakter ile uyum sağlayamadığı ortamdaki temel fark ekonomik olduğundan, karakter, bu iki farklı sınıf arasındaki köprüyü hayırseverlik ile inşaa ediyor ve oraya aralarına gelip alt tabakayı dikizleyen bir zengin züppesindense, hayırsever birisi nâmına erişiyor ve böyle kabulleniliyor. Benim 7 yıldır yaşadığım şeyin güzel bir benzetmesi gibi hissettirdiğinden belki de, Olağanüsü Bir Gece’ye hayran kaldım.

You Might Also Like

0 comments

Flickr Images