8:26 PM
Belgrad
8:26 PMBaşta Belgrad 'a gitmek, boş geçen bu yılımı biraz doldurmak için kullanabileceğim bir şans olarak bakmıştım. Sıkıcı ve çirkin, s...
Başta Belgrad'a gitmek, boş geçen bu yılımı biraz doldurmak için kullanabileceğim bir şans olarak bakmıştım. Sıkıcı ve çirkin, sosyalistliğin okşadığı, ucuz bir şehir gibi düşünmüştüm çünkü, ama bir haftalık tatilimden sonra diyebilirim ki, ölüm tehdidi almama rağmen gittiğim en güzel şehirlerden birisi ve kesinlikle en eğlendiğim zaman dilimlerinden birini yaşadım. Burada da size hem deneyimimi hem de bilmeniz gereken şeyleri yazacağım. Benim gibi değilseniz böyle şeyleri okumayı seviyorsunuzdur çünkü. İlk günü anlatıp gerisini gördüğümüz ve görmeniz gereken yerler olarak anlatacağım.
İlk başta arkadaşım arkadaşım ile bu planı yapmaya başladığımızda her zaman ki gibi tepkiler "
Kesin gidersiniz abi ya." oldu. Ne var yani, Mars değil gittiğimiz yer, savaşlardan ağzına sıçılmış (114 savaştı geçirmişti sanırım toplam belki daha fazla) ucuz bir Doğu Avrupa ülkesi. O kadar ucuz ki, uçak bileti gidiş dönüş 320 TL ve kalacağımız yer, 2 odalı çift yataklı her odada, yüksek tavanlı ve güzel banyolu (ki bence yataktan daha önemli) bir ev de 7 günlüğüne 300 TL civarında tuttu. Ayrıca havalimanından eve olan ilk yolculuğumuzu ev sahibi karşılayacaktı.
Belgrad'a varıp taksicimizi bulduktan sonra ilk adımımızı attık dışarı ve Pink Taxi işaretli (Pink Taxiye geri döneceğim) arabasına çantaları koyup eve doğru yola çıktık. Yollardaki kiril ve latin alfabelerinin harmanlanmış olması ve kiril okuyabiliyor olmak biraz götümü kaldırmış olsa da kendi kendime git gide leşleşen şehir bu heyecanımı kaçırmaya başladı. Bir noktaya değinmemde fayda var burada, daha önce ziyaret ettiğim ülkeler, Fransa, Japonya, Kanada, Amerika ve Gürcistan. En sevmediğim ise Gürcistan idi. Ben de içimden UMARIM GÜRCİSTAN'IN AVRUPA ŞUBESİNE GELMEMİŞİZDİR diye sayıklıyordum. Eve ulaştık, çantaları bıraktık ve ev sahibinin bize şehir merkezine gidilişini tarif etmesinden sonra dışarı çıktık.
Mahalleyi biraz betimlemek istiyorum. Apartmandan çıktığımızda ve sırtımızı kapıya verdiğimizde önümüzde bir dört yol var. Sağa doğru gidince Danube nehrine ulaşıp yukarı yada aşağı nehir kenarından yürüyebiliyorsunuz. Sola baktığımızda Coca Cola yağmurluklu bir kiosk ve önünde olan şehir merkezine giden otobüs durağımız var 84 nolu otobüsün geçtiği. Geriye doğru gidersek üçerli gruplar halinde tamamen sırpça yazılarla kaplı duvar menüleri olan 2 blok fast foodcu ve önünde gruplar halinde insanlar. Dümdüz gidersek de para çevirtip kart alacağımız yer ve oranın solunda da, otobüs durağı ile aynı kaldırımda ilk bizi ürküten ama çok güzel görünüşlü hala ne olduğunu bilmediğim terkedilmiş bina. Etraftaki binalar eski püskü ve kesinlikle bakımlı değil ve arka planda kocaman duran doğu bloğu binaları da bu distopik görüntüyü güzelleştirmeye yardım etmiyor.
Bomba kısım ama şu eşofman ve renkli parlak ayakkabı giyip, kafası kazılı gezen slav stereotipi neredeyse gerçek. Tek tutmayan kısmı aslında kötü insanlar değiller ve kimseyi bıçaklamıyorlar, yani bizi bıçaklamadılar. Tabii biz bunu bilmiyorduk ve sokağa çıktığımız gibi moralimiz gitmeye başladı, ya soyulacağız ya bıçaklanacağız ya da ırkçı skinhead bir grup sırp tarafından öldürülesiye dövülecektik. Biz de daha fazla ortada dolanmadan otobüse bindik ve şehir merkezine gittik.
Otobüsün üzerinde "Güleryüz" yazıyor olması bile bizi pek memnun etmedi ilk başta. Kartlarımızı bibletip insanların kartlarını neden bipletmediğini anlamadık. Otobüse girip oturuyorlar direk. Tek bipleten bizdik koskoca otobüste. Kazıklanmış da hissetmiş olduk böylece. Başıma Kanada'da geldiğinden, yolları kaybetmeyelim diye dışarıdaki güzergahı izleyerek 10-15 dakika süren yolculuğun sonunda son durağa geldik. Orasının mimarisi de insanları da arabalar da pek farklı değildi gözümde. Bir alt geçitten insanları takip ettik ve yukarı doğru çıktık. Şansımıza bir grup Türk bulduk, ki bu hiç zor bir şey değil, şehir merkezinin her karesinde sevgilisinin dırdırını çeken ve daha fazla posta kartı ve magnet almadığı için azar işiten çiftlere rastlayabilirsiniz. Bu konuştuğumuz tipler iki 20li yaşlarında erkekti ve bizimle aynı düşünceleri paylaşıyorlardı. "İlk uçakla dönün bence." demesi ile de iyice moralimiz kırılmaya başladı ama bir sola dönüş daha yaptığımızda bu gerizekalıların bir bok beğenmeyen hıyarlar olduğuna karar verdik.
O köşe başını dönmemiz ile eşofmanlı gopnikler kayboldu. (Resmi Google Mapsden buluyorum ama hayal edin işte) Etraf küçük klübelerde şeker satan insanlar, hala değişik olsa da biraz daha toparlamış erkekler ve çok güzel kadınlar ile doldu. Bu geldiğimiz yerden sola doğru mağazalar sokağı, Belgrad'ın İstiklal caddesi bi nevi, düz devam edersek ise de herkesin buluşma noktası, Osmanlı'yı Belgrad'dan süren adamın ata binen heykelinin bulunduğu Republic Square, nam-ı diğer Belgrad'ın boğası yada İzmir'liler için Sevinç Pastanesi. Biz gene de ne yapacağımızı bilemediğimizden turist ofisine daldık ve yemek yenecek güzel bir yer sorduk ve yediğimiz en güzel yemeklerden birini yedik.
Buraya dikkat çekmek istiyorum çünkü, Mikan'da kesinlikle yemek yemelisiniz. Açılışı leziz yerel sırp peyniri ve ekmeği ile yaptık ve ana yemek olarak da aşırı güzel bir karışık tabak söyledik. Bacon'a sarılmış tavuk göğsü, domuz sosisi ve jambonunu görmemiş gibi yok ediyordum. Ben böyle bişi yemedim ya valla. Açlıktan mı bilmiyorum da son gün akşamdan kalma olduğum için gidemediğime yandığım tek yer sanırım Mikan. Bir de eğer giderseniz para birimini daha kavrayamadığımızdan kaç para bahşiş bıraksak bilemedik, bizim yerimize 200 dinar bahşiş bırakırsanız çok seviniriz.
Belgrad'a geldiğiniz gibi eşyalarınızı bırakın ve her gün (sanırım) saat 16:00'da yapılan yürümeli tura katılın. Republic Square'de başlayıp, Kale Meydan'a kadar süren turda merkezdeki bir kaç önemli görmeniz gereken yeri ve tarihini öğreniyorsunuz Belgrad'ın. Sitesi için buraya tıklayın.
ULAŞIM:
Şimdi, Belgrad hakkında bilmeniz gereken bir kaç şey var. Bunlardan bir tanesi taksiler. Taksiler sarı falan değil tepelerine koydukları işaretlere bakıp taksi olup olmadıklarını anlamanız gerekiyor ve PINK TAXI dışında taxi'ye binerseniz %80 ihtimalle normalde ödeyeceğinizin 2-3 katını ödüyorsunuz. Belgrad kaçak taksi kaynıyor ve genelde gece çalışsalar da bunlara yakalanmanız çok olası. Otobüs kullanmak en iyisi ama bana kalırsa. 90 dinara tek basım yükleyebiliyorsunuz kartınıza ve şuraya gideceğim neye bineyim dediğinizde insanlar yardımcı oluyor. Biz her yere yürüdük denebilir ama. Çok kolay yürünüyor her yere ve merkezdeki mimari çok hoş olduğundan canınız sıkılmıyor.
İNSANLAR:
Bilinenin aksine insanlar Türk'leri avlamıyorlar silahlarla. Çok sevilmediğimiz bir gerçek, özellikle düşük gelirli veya eğitimi az insanlar tarafından, Türk'üm derseniz şehir dışında düşen suratlarla karşılaşabiliyorsunuz. Lakin çoğu kişinin de umrunda değil nereli olduğunuz. Sırplar Fransız'lardan kesinlikle daha sıcak insanlar. Hatta Toronto'da yaşayan Kanada'lılardan da daha arkadaş canlısılar. İngilizce biliyor musunuz dediğimizde bir kere bile durup ilgilenmeyen olmadı. Taksi gibi şeylere bindiğinizde siz gene de Türk yerine başka bir şey deyin, taksi metre zıplayabilir her an. Tek bir not eklemem lazım buraya, havalimanına geldiğinizde pasaport kontrolü yapanlar kıçı kalkık kendini beğenmiş insanlar ve işleri gereği böyleler. Size kötü davranırlarsa moraliniz bozulmasın. Amaçları moralinizi bozup biraz sizi caydırmak. Pasaportunuz boş ise biraz daha üstünüze gelebiliyorlar. Benimki Amerika vizesi ve Kanada eğitim vizesi olduğundan önlerini ilikleyip bir şey diyemediler ama arkadaşımı köşeye 4 kişi sıkıştırıp soru yağmuruna tutmaya başladılar ki o benle dedim kurtardım. Aklınızda bulusun şehir halkı öyle değil, çoğu ülkenin pasaport kontrolü böyle belirli insan gruplarına karşı.
GÜVENLİK:
Belgrad suç oranını bilmiyorum ama ev sahibimizin dediği bence kesinlikle doğru. Gitmemenizin önerildiği bir bölge mahalle yok. Sabahın 5-6'sında tek başımıza ordan oraya yürüdük ve bir dakika bile güvensiz hissetmedik. BİR SEFER DIŞINDA. Bu seferde de, olayı anlattığımız Sırp'lar tarafından şaşkınlıkla karşılandı ve bol küfür ile ayıplandı.
KC Grad isimli bir barın dışında, arkadaşım son sigarasını içerken ben de eve dönelim diye onu bekliyordum. Bir adam gelip sırpça bir şeyler dedi ve anlamadığımızı fark edince bozuk slav aksanlı ingilizcesi ile bir dal sigara istedi. Sigarayı verdiğimizde nereli olduğumuzu sordu ve biz de Türk olduğumuzu söyledik. Çok güzel bir şekilde Türkiye'yi övmeye başladı. Moskova'da yaşıyorum, Türkiye'ye gidiyorum arada, kızları şöyle güzel, İstanbul böyle güzel, Osmanlı çok güçlüydü, geçen bizim sırp takımlarından birinin Türk bir takımla maçı vardı kazandınız tebrikler oyuncularınız çok iyi, Türk'ler başarılılar. Askeri anlamda olsun spor anlamında olsun. Spor olayına girip biraz orada kaldığında biraz şüphelenmeye başladım ben. Birden, nereden geldiğini anlamadım bile ama, "Benim arkadaşlarımı Galatasaray maçında öldürdüler, şimdi içeri gireceğim 10 dakika sonra çıktığımda burada olursanız ben de sizi öldüreceğim." tarzında bir cümle kurdu. Adamın bozuk aksanı yüzünden arkadaşım olayı kavrayamadı ki hala sırıtıyordu. Ben ise merdivenlerden köprünün üstüne çıkıp taksi bulmuştum bile. Bu olay Belgrad'a olan ısınmışlığımızı sevgimizi öldürmüştü sonraki gün için, ama neyse ki atlatmayı başardık.
GECE HAYATI:
Gece hayatı perşembe günü ile başlıyor Belgrad'da. En azından yerel müzik çalan Kafana dedikleri yerler hariç. Kafana'lar güzel, Sırp yerel müziği çalan yerler. Bir kaç saatliğine de olsa gidin kesinlikle. Pahallı ve büyük ihtimalle turist tuzağı olan Mr. Stefan Braun dışında açık yer pek yok perşembeye kadar. Genelde saçma sapan yerler açık.
Perşembe günü bizi kesip yiyeceğini düşündüğüm bir endüstriyel tasarım atölyesinin sahibi ile tanışıp bizi Savalama'ya bırakacağını söylemesi ile onun kapıları içten açılmayan (Ukraynalı fahişeler için olduğunu söyledi vanın, komik adam) eski vanına binip bizi bıraktığı Savamala'da etrafa bakındık. KC GRAD'da indie rock ve rocknroll çalan bir dj vardı. Bir grup Türk girdiği için bir an tereddüt etsek de boş verip içeri daldım. Mekanın dışarıda olduğunu bilmesem, ev partisi sanacağım kadar sıcak bir ortam vardı. İnsanlar ceketlerini sağdaki kutuların üstüne atmış, ellerinde biralar dans ediyorlardı. Ağzına kadar doluydu mekan ve ucuzdu. Gelen insanlar da gayet iyi, sıcak ve arkadaş canlısı. Tanıştığımız bir grupla KC GRAD'dan PERON'a gidip biraz sohbet edip langırt oynadıktan sonra boş olduğu için KC GRAD'a döndük ve ölüm tehdidimizi alıp eve döndük.
Cuma günü, sorduğumuz herkesin önerdiği TILT'e gitmeye karar verdik. TILT bir gece klubü; ama TILT gerçekten çok güzel. Ben genelde nefret ederim gece klüplerinden, çalan müzikten ve giden tiplerden; burada da tipler pek matah değil ama klüp aşırı eğlenceli. Gelen insanlar genelde takım elbiseyle gelen değişik erkekler, zengin kızları ve bir çoğu turist. Tilt'e gidecekseniz minimum ve içecekseniz paranız gidecek. Aşırı pahallı. Dışardan bişiler içip öyle gidin ve az için yada hiç içmeyin. ÇOK PAHALLI. Dans etmek aşırı zevkli, ortama biraz ısınınca çok eğlenceli oluyor. Kızlar da çok güzel ama etrafta herkese sulanan Türk'ler (biz değil kesinlikle) olduğu için biraz korumacı davranmanız gerekiyor.
Cumartesi günü bir önceki günün yorgunluğu ile beraber biraz suratsız olsam da, geçirdiğim en iyi günlerdendi. Savamala'ya dönüp adamla yüzleşmeye, eğer orda ise bıçak yemeğe karar verdik ve gideceğimiz güzel bir mekan aramaya başladık ve aklımıza Perşembe günü gittiğimiz ama çok dolu olmayan Peron geldi. Cumartesi günü doludur diyip Peron'a girdik ve bir sürü genre'dan çalan dj'e kendimizi bırakıp mekan kapanana kadar orada kaldık. Fiyatları KC GRAD'a göre biraz daha pahallı olsa da katlanılır fiyatları var. Ortam sıcak ve leş değil. İnsanlar, barmenler vs. de gayet iyi insanlar. Müzikler de perşembe de, cumartesi de güzeldi. KC GRAD'ın bi tık kaliteli versiyonu gibi bir yer.
Anlatmak istediğim bir anı da, ne yazık ki isimlerini bilmiyorum klüplerin ama Savamala'dan köprüyle karşıya geçip eve dönmeye hazırlanırken, sağda iki gemiden ses geldiğini duyduk ve hızlıca bakmaya gittik. Klüplerden birinden çıkan bir DJ bize MINT diye bir yerde güzel bir party olduğunu söyledi ve kısaca siktir edin bu gemileri junkie partisi bunlar dedi. Tabii ki biz merak ettik ve ücretsiz olan gemiye girdik. Leş, herkesin junkie olduğu bir sosis partisi dönüyordu. Hızlıca geri çıkıp MINT'e gitmeye karar verdik. Köprüden yürürken, bizim çıktığımız gemilere giden iki kıza nereye gidelim acaba diye sorduk ve bize bir parti davetiyesi verdiler ve onlar da oraya gideceklerini söylediler. INCOGNITO adında bi yerdi ve üstünde kare içinde uzaylı kafası resmi olan bir logosu vardı. Ne kadar şüpheli gözükse de ve bu kızlar ne kadar junkie ve gopnik oldukları belli olsa da aldım davetiyeyi ve MINT'e kadar gittik. Zar zor sabahın köründe vardık ve kapalı olduğunu görünce, INCOGNITO'ya kadar gidip korsan taksiye güzel bir miktar para bayıldık. Son toplam 1500 dinarımız falan kalmıştı. Taksiden inip, birine adresi sorduk ve bizi süzdükten sonra ara sokakta bir yer gösterdi. Incognito'ya ara sokaktaki merdivenlerden çıkıp, bir binanın arkasından olan girişten giriyorsunuz. Merdivenlerden çıkmadan, önünde, bir grup slav gopnik sohbet ediyordu ben de niyeyse sordum burası güzel bi yer mi diye. Harika dediler müthiş bi yer. Gerçek, slav stereotipli insanların takıldığı, bol ekstazili bir mekandı bana kalırsa. Yukarı çıkıp iki kişiye 500 dinar istediklerinde ve paramızın iyice azaldığına uyandığımızda, böyle bir mekana da son paramızı vermek istemediğimizden geri kaçtık ve böbreklerimiz çalınmadığı için mutlu bir şekilde otobüse binip eve döndük.
YEMEKLER VE İÇECEKLER:
Fiyatlar çok ucuz ve yemekler leziz. Mikan'a özel bölüm yağtığımın farkındayım yukarıda ama o kadar gerekliydi. Sırbistan'a geldiyseniz yemeniz gereken en önemli şey PLJESKAVICA. Hamburger köftesi gibi gözüküyor evet, inek eti ona da evet, ama tadı anlatılamaz. Evimizin yakınlarındaki fastfoodcularda sorup öğrendiğimiz bir çeşidi de GURMANSKA. Ekmek arası pljeskavica ve istediğiniz soslar. Kocaman olduğu için aşırı doyurucu ve ciddi anlamda güzel ve dışarda hazır olarak yerseniz 5 liraya falan geliyor kocaman gurmanska. Yerel içki rakiayı da denemek önemli hazır gelmişken. Rakı ile ne alakası var bilmiyorum ama anasonlu değil ve tadı daha güzel. Özellikle ballı olanı. Su ile karıştırılmadan shot yapılarak içiliyor. Hafif viskiye benziyor tadı ama daha hafif. Şarap olarak Tikveş'i tercih ettik biz, markette 5 liraya alıyorsunuz, tadımdan çok anlamadığımdan karşılaştıracak kadar yorum yapamam ama köpek öldüren değil isimli kaliteli şarap, restoranlarda falan veriliyor. Skadarlija isimli bölgede (şehir merkezine yakın, yerel restoran ve kafanaların olduğu bir bölge) güzel yerler var yemek yemelik, Mikan olmasalar da. Tek aklınızda bulundurmanız gereken şey, Türkiye'deki gibi ekmek salata gibi şeyler ikram değil. Ne kadar pahallı olmasa da şaşırmayın ekmeği falan faturada görünce.
Son bahsetmek istediğim yer kesinlikle kişisel ilgiden ve meraktan. Sırp kültürü ile alakası yok. Hotel Yugoslavia denen, tarihsel açıdan önemli, sosyalizmin sembollerinden biri olan zamanında bombayı yemiş, JFK'in kalmış olduğu bir otel var. Bizim evimize yürüme mesafesiydi ve bir gün yürürken alt katında pancake'ci fark ettik. Aslında alt katına açılmış iki yer var. Birisi disco temalı, patenlerle servis yapan garson kızların olduğu leziz pancake'ler yiyebileceğiniz -hem kahvaltı hem tatlı olarak- bir yer. Diğeri ise 50'lerin vazgeçilmezi, futuristic temalı bir diner. Burada da sabah 10'a kadar kahvaltı yapabiliyor yada leziz hamburgerler yiyebiliyorsunuz.
Daha bir çok şey var anlatacak ama benim o kadar yazacak sabrım yok. Son olarak çeşme suyu içilebiliyor. Çoğu şişe sudan da daha güzel.